18 Ağustos 2010 Çarşamba

Reutte- Austria:)) (1)



tarih: 06.08.10 yer: Giessen, GERMANY
artık almanya'ya alıştığımı düşündüğüm dönemdeyim. bir ankaralı için gerçekten çok zor değil. ben zaten istanbul'da yaşarkende kurallara azami uyardım, aradaki fark burada herkes uyuyo, orada bi tek ben uyuyordum:p almanyaya geleli bir hafta olacak. bir perşembe günü staj yaptığım vakıftan bi doktor, başka bi doktor arkadaşının avusturyaya gideceğini söylüyor. neden olmasın diyorum:) amcamlar orada ve takip eden hafta sonu yaşadıkları bölgenin festivali var:)) üstelik oradaki iki amcamdan birinin barı var;) tüm hazırlıklar tamam, sadece Şener bey'in aramasını bekliyorum. Beklenen telefon 3 gibi geliyor, 5 dk ya aşağıda ol seni alacağız;) klasik bir almancıdır diye düşünerek Mercedes yada BMW beklerken Citroen C2 dizelle geliyor, aslında içten içe seviniyorum çünkü yol parasına ortak olurum demiştm, bu araba ne yakacak ki:p Yaprak'ın arabasının aynısı, 20 TL mazotla bir gece durmadan gezmiştik istanbulda:) eşini almak için evlerine geçiyoruz. Şener bey biraz atıştırdıktan sonra şartlar uygun, saat 16:00 gibi yola çıkıyoruz. alman otobanlarının çoğu yerinde hız sınırı yok,yollar yumuşatıcıyla yıkanmış kadar pürüzsüz. ben nedense 2 saat sonra avusturyaya varacağımızı düşünüyorum. önceki gece yapılmış bi alemden dolayı kısmen uykusuzum ama yollardaki tablosal manzaraları kaçırmamak için uykuya direniyorum. tam o arada farkında olmadan sızmışım, Deniz bak REN nehri sesiyle uyanıyorum, sadece nehrin üzerinden geçtiğimiz köprünün korkuluklarını görüyorum, yeniden uyuyorum. uyandığımda artık hava kararmış, yağmurlu ve soğuk. bir benzinlikte mola veriyoruz. kahveler benden deyip, yol arkadaşlarıma kahve ısmarlıyorum. avusturya otobanlarında kullanılmak üzere bi pul alıp arabanın ön camına yapıştırmamız gerekiyor. Şener bey bunu sen al gerisine karışma diyor. 600 km lik yol bana 8 euro'ya geliyor:)) Avusturyaya özellikle alplere yaklaştığımı arabanın termometresinin hızla düşüşünden anlıyorum. ve nihayet saat 23.30'da Jembach'a varıyoruz. Şener beyin ilk geldiği zamanlarda abilik etmiş olan bir hemşehrisinin pizza dükkanındayız, yola çıktığımızdan beri bi şey yemediğimden yumuluyorum pizzaya. Amcamların kaldığı yer olan Reutte 150 km daha ötede. Jembach ile Reutte arasında Tirol eyaletinin başkenti Innsbruck var, orada da kuzenim Bülent yaşıyor. Jembach-Innsbruck arası 35 km, yemeğimizi yedikten sonra, beni bırakmak için yola çıkıyoruz, kuzenim tren garının önünde bekliyor. Ne içersin diyor gelir gelmez, iki bira içerim heralde diyorum, bi club'a giriyoruz, barmene 4 şişe bira istediğini söylüyor, barmen siparişi hazırlayana kadar ısınalım diye birer shot votka ikram ediyor. Biraları alıp eve geçiyoruz, club'la evin arası 25 adım falan:) ev 6 odalı yüksek tavanlı,6 ayrı kişinin çok rahat yaşayabileceği güzel bi ev. balkonda biralarımızı içerken kuzenimin ev arkadaşları dökülüyor tek tek. çat pat ingilizcemle muhabbet ediyorum. biralar bittiğinde bende bitiyorum. yattığımda saat 02:00.... ertesi sabah 10:00 gibi kalkıp duşumu yapıp mutfağa geçiyorum, kuzenim benden öne kalkmış şahane bi kahvaltı hazırlamış bile:) kahvaltımızı yapıp innsbruck turuna çıkıyoruz:) alplerin eteğinde, tarih kokan, şahane bir şehir burası. her köşeden çıkan yaşanmışlık bi şekilde yolunuzu kesiyor... 



Meşhur "Altın Çatı"  ve ben:))

akşama Reutte'de olmamız lazım çünkü festival var. öğle yemeğimizi yedikten sonra yaklaşık 5 saattir şehri yürüyerek gezdiğimiz için 1 saat dinlenmek için eve dönüyoruz. 17:00 gibi Reutte'ye doğru kaptan Bülent yönetiminde iki Avusturyalı arkadaşıyla yola çıkıyoruz. Yollardaki manzaralar gerçekten insanı büyülüyor.

Alp manzarası eksik olmuyor:))

18:30'a doğru Reutte'deyiz hemde festivalin ortasında. Şirin bi alp kasabası, hava çok temiz ve geldiğim yerlere oranla daha soğuk, aylardan ağustos ama dağlarda hala karlar var:) festival için şehrin merkezindeki bir cadde trafiğe kapatılmış, amcam 4 bar+ 1 çörek,bazlama,+ 1 döner standı kurmuş caddeye. tüm akrabalarla kucaklaştıktan sonra amcam barmenlerine beni tanıtıyor, yeğenim para almayın diye, festival şimdi başlıyor bence:)) kuzenim ve arkadaşlarıyla içkilerimizden önce karnımızı doyurup, festival için gelen rock grubunun konserini izliyoruz.
festivalden bir görüntü

 orada anlıyorum ki müzik evrensel gerçekten. çoğunluğu klasik haline gelmiş ingilizce şarkıların büyük bölümüne eşlik ediyorum. almanca şarkılarda kafamı sallıyorum:p  rock grubu toplanırken ben de üçüncü biramı bitiriyorum. Amcamın festival için getrdiği DJ'in etrafına toplanıyoruz. Türkiye'den çok farklı tamamen elektronik müziğe inanılmaz bir ilgi var. Az önceki rocker'ların hepsi burada ve kendilerinden geçiyorlar. Bu arada ben beşinci biramı bitiriyorum ve barın birinde görev yapan kuzenime " yeter artık bira bira, special bi şey ver diyorum". kendisi bu isteğimi  kırmamak adına gecenin devamını kare kare hatırlamama sebep olan 10cl votka, 15cl viski gibi garip sert bi şeyi veriyor. içkim bittiğinde yaprak gibi sallandığımı hissediyorum. o kafayla sabahtan beri takıldığım avusturyalılarla havalı tüfekle ayıcık vurmaya gidiyorum. ve gerçekten bi ayıcık vuruyorum, orada tanıştığım Gabi diye bi kıza veriyorum ayıcığı, kız sanki Mercedes hediye etmişim gibi seviniyor, buna bi isim ver hatıra olsun diyor, o kafayla bi şeyler saçmalıyorum. Sonra bar sahibi amcamın eşinin yanına gidip beni eve bırakmasını söylüyorum, eve geçiyoruz saat 02:00 civarı. Ayakta durmakta zorlanıyorum, yengem bana ev gezdiriyor:p evlerine ev hediyesi olarak gece boyu aldığım tüm gıdaları bırakıyorum(istifra:p). yengem söylenerek temizliyor, ben çoktan uçmuş durumdayım. o anda Türkiye'de olan kuzenimin yatağına adeta bir sinsi gibi yatıyorum:))

PS: lan ne anım varmış be, avusturya bitmedi, devamı bi kaç gün sonra
 


13 Ağustos 2010 Cuma

Almanya'da İlk Gün

Tarih: 31 Temmuz 2010 Cts... Yer: İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı... Saat: 09.45... Ortam: Hüzünlü:(

ne hüzünü beee:p çocukluk hayalimin gerçek olması an meselesi:D çocukluğumdan beri sadece bunu istiyorum: ALMANYA:))) Sabiha Gökçen Havaalanı'nın zor yapısı + babamın "tutumlu" damarları bir araya gelince arabamızı otoparka sokamadık, babamı kapıda öptüm, uğurlandım, annemle içeri girmek için hareket ettik. 

Aslında babamın niyeti oğlunu her zaman yaptığı gibi bırakıp kaçmaktı ama o gün sanki olacakları hissetmişim gibi annemin yanımdan ayrılmasını istemiyordum. Çünkü en ufak bi aksilikte eve geri dönüşüm oldukça zor olacaktı. -Bilmeyenler için Sabiha Gökçen Havaalanı aslında İzmit’e hizmet ediyor, benim evime tam 72 km. – Giriş kuyruğunda bayağı bi bekledikten sonra check-in kontuarına yanaştık ve beklenen son: GİDEMEZSİNİZ!!! Konsolosluktaki kadının yanlış yönlendirmesi yüzünden bu hale düştümL Vizem 1 ağustos itibariyle başlıyor, kadın bunu köpek gibi biliyor ve bana dediği laf “2 güne kadar opsiyon tanırlar,sorun olmaz”. Kontuar görevlisi, bu şekilde uçağa binersem, vizem başlayana kadar yani ertesi güne kadar Almanya’da nezarette kalabilirmişim yada direkt iade edilebilirmişim. Ucuza aldım diye sevindiğim biletimi ertesi güne değiştirirken ödediğim farktan babamın hala haberi yok, keşke bi şekilde olsa diyorum bazen:p O ara babam annemi aradı, polis rahat vermiyor çık artık gitsin oğlan diyor, duyuyorum. Annemin dediği tek şey: Sana bi sürprizim varJ Bilet işlemlerini hallettikten sonra önce annem sonra ben elimizde valizler çıktık tekrar :S Babam zaten ikimizi görünce bayağı bi bozuldu, ben saçma bi şekilde sırıtıyordum, annemin “yarınmış uçağı” demesi tuz biber ekti, babam patladı: o kadar yol geldik, su mu yakıyo bu araba vs. Babamın sinirini alttan alarak geçirdikten sonra, madem Anadolu tarafına geçtik biraz gezelim dedik ve yazın en sıcak günlerinden birini Bağdat Caddesi’nde geçirdik. Dönerken hepimiz erimiş vaziyetteydikJ

PS: Arabamızın klimasının gazının bitmiş olması bu şahane yolculuğu resmen taçlandırdı:p

Cuma gecesi, ertesi gün Almanya’ya gidiyorum diye heyecanlanıp uyuyamamıştım, cumartesi akşamı bilet hüsranının ardından eve varır varmaz yatayım diye düşünüyordum ama evimin 6’ncı katta olduğunu unutmuşum:p Eve çıkana kadar uykum açıldı:p Babam tabi iki gün üst üste Sabiha Gökçen’e gitmem falan demeye başladı, yawaştan damardan, ilk göz ağrına nasıl kıyacaksın vs. duyguları sömürdüm:p Ertesi sabah benden önce kalkan ekip benden geç hazırlanarak, tarihte bir ilke imza attılarJ Pazar sabahı İstanbul trafiğini çok seviyorum, çünkü yokJ Saat 09.05’te evden çıktık, 09.32’de Sabiha Gökçen’de idikJ Yolda nasıl sürdüğümü annem bir gün bi’blog açarsa o anlatsın, inince dediği tek şey “Hızlı ve Öfkeli”sinJ Babamın dediği tek şey ise, annen seninle gelmesin, seni geri alıp geliyor:p Bu sefer sorunsuz bi şekilde check-in işlemimi yaptırdım, annemle vedalaştık, duty free’lerin olduğu alan öncesi pasaport kuyruğu bekledim biraz. Duty free’lerde fiyatlar euro cinsinden, bi şeyi beğeniyorum, sayısal olarak ucuz geliyor ama döviz olarak olduğunu geç fark ediyorum ve elime aldığım her şeyi bırakıyorum. Şu anda çok pişmanım çünkü Almanya’da sigara çok pahalı(Bkz. 5 Euro:p)L Ayrıca 8 yıllık sigaram Muratti yokL


Uçağa gidiş için son kontrolden geçip beklemeye başlıyorum. Uçak bir Pegasus klasiği olarak 30dk rötar yapıyor. Sabah 8'de yediğim bir poğaçayla duruyorum, dayanamayıp oradan adi bir poğaça bir fanta'ya 15 tl ödüyorum. Sonunda kapı açılıyor, otobüse biniyorum ve 22F no'lu cam kenarına yerleşiyorum:) Uçuş sorunsuz bi şekilde geçiyor inişte tekerlekler yere değdiğinde bence sadece bizim milletimize has bi hareket olan pilotu alkışlama seansı başlıyor, tamda bu sırada alkışların sadece 3 saniye sürmesine neden olacak savrulma yaşanıyor, neredeyse pistten çıkıyordu uçak. Alkışçıların hepsi koltuklarına gömülmüş bir şekilde sus pus oturuyorlar. Uçak kapılarını açar açmaz, terminal otobüsü geliyor. Hemde uçuş numaramızla, hemde hoşgeldiniz falan diye karşılayarak:) 



Frankfurt Havaalanı dünyanın sayılı büyük havaalanlarından biri, Avrupa'nın en büyüğü galiba, bu nedenle uçuş öncesi planını incelemiştim. Giessen'e gideceğim için trene binmem gerekiyordu. Ancak ben tren istasyonunu Terminal 2'nin altında diye hatırlıyordum, meğerse Terminal 1'in altındaymış, iki terminal arası otobüsle 10 dk, havaalanının büyüklüğünü varın siz düşünün. Terminal 1'e geldim ama train station şeklinde hiç bir tabela yok. Bir taksiciye sordum ve arkamdaki binanın üst katına çıkmam gerektiğini söyledi, çıktım ve narsistliğim tavan yaptı, çünkü Almanya'nın en gelişmiş demiryolu şirketinin ismi Deutsche Bahn'ın baş harfleri olan "DB" heryerde:)))) Taksicinin dediği şekilde çıktım, bilet ofisine girdim, durumumu anlattım, görevli kadın hiçbir Türk'ün yapmayacağı bi şeyi yaptı, buradan alırsanız 32 euro, aşağıdan alırsanız 13.50 euro dedi. Bi sürü teşekkür edip çıktım. Aradaki fark, birinde Frankfurt merkezde aktarma yapıyorsun, diğerinde yapmıyorsun. Üstelik sabahtan beri aç olduğum için aktarma yapması benim için daha karlıydı:)) Aşağıdan biletimi aldım ve Frankfurt Merkez Gar'a giden küçük trene bindim. 15 dakikalık, 3 yada 4 duraklık kısa bir yolculuğun ardından Frankfurt Merkez Gar'a ulaştım. Giessen trenine daha 45 dk vardı ve ben artık çok acıkmıştım. Garın içinde bir kafeden bi sandviç ve bir ice tea'ye 5.50 euro ödedim. Artık karnım doymuştu, trenime 15 dk vardı, 16'ncı peronda trenim bekliyordu. 


Çift katlı, Regional Express denen ortalama bir trene bindim, 3'üncü vagona kadar yer bulamadım:S Bir zenci kızın yanına rica minnet attım kendimi ve 40 dk sonra Giessen'deydim:) İndiğimde direkt staj yapacağım Vakfı'n sorumlusu Dilek Hanım'ı aradım, 5 dk içinde gelip beni aldılar ve kalacağım yurda doğru yola çıktık. Giessen, Hessen eyaletine bağlı küçük bir yer. Merkez nüfusu 16 bin civarında. Yurt şehrin biraz dışında kalıyormuş onu öğrendim. Ama tam yurdun kapısından merkeze ortalama 20 dk da bir otobüs varmış. Dilek hanımdan anahtarları teslim alıp odama doğru geçiyorum. 
Odamın manzarası

Dilek hanım bana anahtarları vermeden bizim okuldan Sinan diye bi çocuğu aramıştı. Tam wow odam ne güzel derken Sinan geldi. 2 aydır buradaymış, artık ortamların kevaşesi olmuş:p Ben hala aç olduğumdan hemen nerede yemek yiyebilirim diyorum, bugün pazar ve burası Almanya heryer kapalıdır cevabıyla yıkılıyorum. Belki bi kaç dönerci açıktır demesiyle, çantalarımı fırlatıp odadan çıkıyorum. Gerçekten de merkezde açık bi dönerci buluyoruz:)) Döndüğümüzde Sinan tam bir Türk misafirperverliğiyle biralarını paylaşıyor benimle:)) Karışık duygularla odama geçiyorum, kuzumu özlediğimi farkediyorum:(( O'nu düşünürken uyuyakalmışım...