30 Mart 2011 Çarşamba

DOLABA KOYDUM SUYU, ATAMADIM GİTTİ ŞU HUYU:P

Yıllar yılı İngilizce eğitim alırken bi’ara Almanca da sokmuşlardı hayatıma. O zaman ilk kez düşünmüştüm, bi çipli bi’şeyler olsa da hemen öğrensem Almanca’yı diye. Fakat olmadı tabi, şu an aynı hisleri Çekçe için yaşıyorum hem de daha yoğun bi şekilde. Niye bu denli kinlendiğimi iki basit örnekle açıklayım; sayı olan dört Çekçe’de ctyri (çiıtıirii gibi okunuyor:S), kıvamında söyleyen içişleri bakanı oluyor:p Dondurma ise tam kabus, sırf bu kelime yüzünden çocuklar doyasıya dondurma bile yiyemiyorlar:p Dondurma: Zmrzlina (valla gördüğünüz gibi okumaya çalışın:p), bunu da söylerseniz master degree’ye ulaşıyorsunuz ve  başbakan olmamanız için hiç bi sebep yok:D  Sadece iki kelimede durum böyleyken, günlük konuşmaları sizin tahayyül yeteneğinize bırakıyorum.
PS: Başlıkta geçen “Huy” tamamen kafiye amaçlıdır, atamadığım huyumu arayıp bulamayanlar  okumayı burada kesebilirler:p
“Mekandan İlk çıkıp, En Son Evine Varmak”  Mutsuzluk: by Dennis :)
Çevremdeki çoğu kişinin bildiği üzere evimde internet bağlantısı, TV gibi medyayı takip edebileceğim teknolojiler yok. Bu sebeple, internete eriştiğim ortamlarda anca mail’lerime falan bakabiliyorum. O günlerde de mail’lerimin içeriğinde maalesef “Yaz Saati” uygulamasıyla ilgili bir uyarı yoktu… Buraya gelmeden önce bi’yerlerden duyduğuma göre artık Yaz-Kış Saati olmayacağı yönündeki asılsız habere de güvendiğim için sorgulamıyordum(Bunu söylediğimde, “Ekinoks olmayacak mı demişlerdi sana” şeklinde süperkulade yorum yapan arkadaşımı kutluyorum:p).
26 Mart, çok sevgili arkadaşım Gülbin’in doğum günü. Barhan önderliğinde sürpriz parti yapmaya karar verdik. Ve hatta yaptık:) Parti bitti başka bi’yere geçelim dediler, nasılsa Cumartesi diye kapattım beynimin mantık şalterini:p Saat 04:00 gibi mekandan ayrıldım. Kafamdaki düşünce, 04:23’teki son gece tramvayına yetişmek:) Oysa o arada şöyle bi’enayilik olmuş, benim saatim 04:00 iken aslında çoktan 05:00 olmuş. Yani ben mekandan ayrılmadan çoktan kaçırmışım gece trenini:p Durakta net bir saat bekledim, ne olur ne olmaz gelir falan diye( Sanki Boğaziçi Köprü geçişinde kaza yapmış Metrobüs’ü bekliyorum:p), sonra sonra saat kaç oldu diye telefonuma baktım. 05:00 falan beklerken 06:10’u gördüm (telefon kendiliğinden ileri almış saati). O an işte Hangover filmiyle keşfettiğim “Kanye West- You Can’t Tell Me Nothing” çalmaya başladı kafamda:) Madem 06:00 olmuş, metro ile gideyim bari dedim, eve geldiğimde saat 06:43’tü:(
Şimdi ben bu sürelere aslında alışığım, İstanbul’da zaten en yakın iki destinasyonu bile en iyi ihtimalle yarım saatte alıyorsun. Ama Prag tarihinde 04:00’de mekandan ayrılıp, evine neredeyse 3 saatte giden bi’adam daha olmamıştır:p Zaten az daha kastırsam, Viyana’ya bile ulaşabilirmişim(Prag-Viyana 3 buçuk saat).
Balo Balo Dediler…
X: Where are you from?
DB: TR, and you?
X: Bla bla bla, will you go to Ball?
DB: Ball?I don’t know…
Abartısız bir şekilde, geldiğim günden bu yana okulda kimle tanışsam örnek muhabbet bu şekilde gidiyor. Adı, yaşı vs. konuşuyoruz, konu bi şekilde bu baloya geliyor. Okulun onuncu kuruluş yılı balosuymuş. Bunların kendi “Pop Star’ının birincisi falan gelecekmiş. Kendi kendime düşünüyorum, ne işim var lan benim baloda. Fransız mürebbiyelerle büyüyüp, doğum günlerimi balo salonu gibi yerlerde kutlamadım ki, bana göre saçma (Beni gerçekten tanıyanlar, şiddetle karşı olduğum bir fikri beklenmedik şekilde kabul etme özelliğimi bilenler – tartışmayı sevmediğimden- yazının bu kısmında benim baloya gittiğimi anlamıştır:p).
Balo için en uygun öğrencilerden biriydim, çünkü ne olur ne olmaz diye yanımda takım elbisem (Ömer’in deyimiyle kokmuş elbise) vardı. Yalnız burada “Yenibosna Gençler Saç Dizayn Merkezi” yok:p Gerçi sorun değil, çünkü “Dizayn” ettirecek kadar saçım yok:p
Balo 29 Mart 19:30’da. İletişimsiz dünyamı komple karartan kontörsüz bir gündü. Bu yüzden okul çıkışı herkese, eğer balo için bi buluşma noktası ayarlanırsa bana mesaj atın yeri saati dedim. Saat 18:00 gibi evimde SU¹ içerken, beklediğim mesaj geldi ama buluşma noktası olarak seçilen Narodni Divadlo Tramvay durağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ev sahibimin belki de yaptığı tek güzel şey: Kocaman bir Prag haritası bırakmış olması. Açtım haritayı, buldum durağı, kafamda nasıl gideceğimi bile çizdim.. Yada ben çizdim sandım:p Metro’dan indikten sonra kafamdaki rotayı uygulamaya koydum, az gittim, uz gittim nehir kıyısına kadar geldim. İşte zurnanın zırt dediği nokta: Sol tarafa mı, sağa mı gideceğim? Orada bekleyen polise sordum, 17’ye binip bir durak gitmemi söyledi. Teşekkür edip arkamı dönerken bi baktım benim 17 geçiyor. Takım elbiseli, acelesi olan bi’erkek görüntüsünü hiçbirimiz sevmiyoruz ok ama bu benim elimde değildi. Yaklaşık 400 metrelik bir depar attıktan sonra tam durağa ayağımı attığım anda tren gitti:( Bu sırada saat 19:05 yani bi sonraki duraktaki buluşmaya çoktan geç kalmışım (İçime Ömer kaçmış galiba:p, çıkmadan bi sigara daha içelim mantığıdır bunun sebebi) 5 dakika içinde 18 no’lu tramvay görünüyor, aceleyle benim durağa gidiyor mu diye check ediyorum, süper tam aradığım:) Ancak iki durak arası 3 tane trafik lambası var, hepsi de şansıma Kırmızı:p Durağa ulaştığımda saat 19:15:S ortalarda Erasmus’un E’sine dair bile insan yok. Millet toplanmış gitmiş demekki:( Kontörüm de olmadığından arayamıyorum kimseyi, kendi kendime bari Balo salonuna gideyim diyorum. Durakta bekleyen iki kişiye soruyorum, pis pis sırıtıp, bilmiyoruz diyorlar. Sonra farkediyorum bu bebeler de bizim okulda. İçgüdüsel GPS’imi açıp yola koyuluyorum. Tam o sırada şıkır şıkır elbiseli kızlar, damat gibi erkekler güruhunu görüyorum. Katılıyorum aralarına, konuşmadan tanışmadan. Nasılsa bunlar da baloya gidiyordur diye. Tahminlerim gerçekten işe yarıyo ve mekana ulaşıyorum hem de 19:25’te:) İçeriyi bi kontrol ediyorum, kimse yok bizden. Havanın kararmasına yarım saat var, kapıya çıkayım geleni gideni görürüm diyorum:p 15 dakika içinde millet dökülmeye başlıyor. İçeri geçiyoruz, hepimizi alacak bi masa olmadığına karar verip, salon girişi fuaye gibi bi alanda takılıyoruz. Mekan gerçekten çok şık ancak bu balo malo, Erasmus ruhuna uymuyor. Bu sebeple daha fazla dayanamayıp, milleti fişekliyorum, hadi başka yere diye. Aslında okulun Club Lavka’da ayarladığı bi “After Party” var ama o esnada hala kendi içimde referandum yapıyorum, oraya gitsek mi diye:p Yola dökülüyoruz 24:00 gibi. Aldığımız tarife göre sadece 300 metre ilerideymiş. Gel de bunu topuklu giymeye alışık olmadığı halde balo için topuklunun en yükseğini giyen kızlara anlat. Onlara kalsa taksi tutmak en iyi fikir:p Burada askeri altyapımı ortaya koyuyorum ve konvoyumuzun en yavaş hareket edenini en öne alıyorum, böylece hepimiz salına salına, kopma olmadan mekana ulaşıyoruz:) Mekana girdikten bi 3 saat sonra bana uyuzluk geliyor(sarhoşluk değil:p), bir an önce çıkmanın planlarını yapıyorum. Acıkan varmı sorusuyla gönülleri kazansam da sadece Kata ile 24 saat açık bi pizzacıya gidiyoruz. 

Onu evine yolluyorum, meşhur gece tramvayı istasyonuna gidiyorum. O esnada cebimde bilet olmadığını fark ediyorum. Durakta yere oturmuş, önünde sabit bakışlarla bakan kızdan başka kimse yok ortalıkta. Mecbur ona soruyorum, kızın gözleri bi anda parlıyo, kocaman bi gülümseme, koşar adam bi pasaja gidiyor ama maalesef pasaj kapanmış. Bende benim için bu kadar içten davrandı diye, teşekkür ediyorum. Nereli olduğumu sormasıyla yaklaşık 25 dakikalık çok kaliteli bi sohbetin içinde buluyorum kendimi(adını dahi sormadım:p). 51 (Benim gece tramvayım) geliyor, ayrılıyoruz, biniyorum. Yaklaşık 13 duraklık uzun bi yol. Beşinci durak gibi bizim okulun tayfasından, bir Gürcü, bir İtalyan ve bir Amerikalı(fıkra gibi) trene biniyor. Uyumak üzere olan bedenim yeniden şarj oluyor, onlarla 3 durak gidiyorum, sonra ayrılıyorlar ve ben de 20dk sonra evimde oluyorum.
Balo dolayısıyla okul bugün (30.03.2011) tatil. Bu sayede bu kadar uzun ve sıkıcı yazdım:)

SU¹: Annemle biraya yeni taktığımız isim, çünkü gerçek anlamda bira sudan ucuz:) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder